Cennet Ada,Gökçeada 💙




Sörf yapabileceğiniz Aydıncık plajı







Harika bir günden  harika insanlara 👋 selamlar, sevgiler
Bugün günlerden huzur, mutluluk, sağlık..

Bu sene 3. kez ziyaret ettiğimiz fevkalade 👍 bulduğumuz bize huzur veren, kendimizi iyi hissettiğimiz yine yeniden cennet ada Gökçeada'dayız. Bilmiyorum hiç Gökçeada'ya geldiniz mi?Gelmediyseniz mutlaka görmeniz gereken yerlerden birisi diye söylersem abartmam herhalde.
Öncelikle İstanbul'un o çekilmez nemli havasından sonra sağlığıma da iyi geldiğini  zamanla farkettiğimde yerleşmeyi bile ciddi ciddi düşünüyorum açıkçası...
İstanbul'dan başlayan yolculuğumuzda  önce Tekirdağ'da arkadaşlarımızla görüştükten sonra Keşan'a uğradık. Burada da çok sevdiğimiz dostlarımızı ziyaret ettik.Karı koca ikisi de öğretmen. Aynı zamanda kızımın öğretmenleri kızları da kızımla çok iyi arkadaş. Beraber Keşan'ın ünlü satır etini yapan Çamlıbel Restaurant da güzel bir sohbet eşliğinde yemeğimizi yedik..Satır eti Keşan'a has bir yiyecek olup, muazzam harika bir lezzet. Sırf bunu yemek için Keşan'a gidilir. O kadar güzel gerçekten.  (Bu arada Keşan'da 3 sene yaşadım. Çok sevdiğim, dostlukları unutamadığım bir yer. )
Sabah uyanıp Keşan'dan Gökçeada'ya doğru yola çıktık.Eceabat Kabatepe limanından  feribotla 1 buçuk saatte Gökçeada'ya ulaştık..
Güzel kekik ve çam kokuları arasında, arabamızla ilerlerken, camları sonuna kadar açtık. Bir yandan müthiş kokuları içimize çekerken, bir yandan sakin ve sessiz doğayla baş başa,sadece cırcır böceklerinin sesleri arasından, güzel koylarına, kumsallarına ulaştığımızda o eşsiz manzara, temiz, harika deniz görülmeye değer 💙




Ada'da organik arıcılık yapılmakta olup, çam ve kekik balı denemeniz gereken lezzetlerden. Zeytinyağı da aynı şekilde...

İlk Ada'ya gittiğimizde tanışma imkânı bulduğumuz Soykan çiftliği sahiplerinden  Fecriye Hanım ve oğlu Bahadır uzun süredir İstanbul'da yaşamış, babalarının Ada'da vefat etmesiyle
Ada'ya yerleşmeye karar vermiş değerli insanlar. Soykan çiftliği güler yüzleriyle ağırladıkları, samimi bir ortamda yemeğinizi yiyebileceğiniz, temiz havasıyla mükemmel bir mekan. Açıkçası burada geçirilen zaman hiç bitmesin istiyorsunuz. Çiftlikte güzel bir köy kahvaltısı yapabilirsiniz ayrıca oğlak etini harika yapıyorlar. Gelmeden 4 saat önceden aramanız gerekiyor ki oğlak etiniz siz gelmeden pişmiş, hazır durumda olsun. Oğlak eti burada tattığım mükemmel lezzetlerden.
İlk adaya geldiğimizde diğer tanıştığımız kişiler de Kuzey Otel'in sahipleri. Onlar da güler yüzlü içten samimi insanlar. Kuzey Otel konaklayabileceğiniz iyi otellerden ve yeni yapılmış temiz bir otel. Memnun kalırsınız kesinlikle..

Gökçeada Plajları :
_Kuzu limanı
_Aydıncık
_Laz koyu
_Gizli liman
_Yıldızkoy
_Marmaros

Zeytinli Barajı


Kuzu limanı plajı 
Gökçeada'da serbest dolaşan keçiler her an misafiriniz olabilirler :)

Kuzu limanı



Arabanızla gitmeniz en güzeli fakat arabanız olmasa da çeşitli alternatifler mevcut. Merkezde ki otellerde kalırsanız merkezden plajlara ve köylere her gün minibüs kalkıyor. Merkezde bir taksi durağı var. Uygun fiyata anlaşıp ada turu yapabilirsiniz. Ayrıca adada araba, motor ve bisiklet kiralayan yerler de mevcut.


Ada'da o kadar çok yapılacak şey var ki hiç sıkılmıyorsunuz. Denize girmediğiniz zaman sörf yapabilirsiniz, balık tutabilirsiniz, piknik alanlarında piknik yapabilirsiniz. Dilerseniz Zeytinli köyünde dibek kahvesinden tadabilirsiniz yada merkezde bademli un kurabiyeleriyle beraber çayınızı yudumlayabilirsiniz. Ayrıca dalış yapabilirsiniz...Tercih sizin ☺

Adaya birkaç günlüğüne gelip de hadi bugünde kalalım deyip, süreyi uzatan çok kişi var burada. Açıkçası İstanbul'un trafiği, stresinden sonra çok iyi geldi bize. Şehrin bitmez trafiğinden, o insanı yoran keşmekeş hayatından yorulduysanız, öyle iyi geliyor ki insana inanılmaz. Zamanımız dolu dolu geçiyor.☺
Ada hayatını ben çok sevdim,kesinlikle herkese tavsiye ediyorum...

Sevgiler 💕




Soykan çiftliğinde kahvaltı












Uğurlu plajı



Soykan çiftliği Gökyüzüne bakan odalarda Gökçeada akşamları




Her şey Beyinde bitiyor!



Merhaba sevgili takipçilerim,10 günlük bir aranın ardından sizlerle tekrar görüşmek ve tekrar yazmaya başlamak çok mutlu etti beni,açıkçası sizleri ve yazmayı özlemişim...
Bugün sizlerle hepinizin çok karşılaştığı,günlük hayatı sıkıntıya sokan,belki zaman zaman kendinizin de yaşadığı takıntıları ele almak istedim,takıntıyı;kişiyi rahatsız eden,tekrarlayıcı ve zorlayıcı düşünceler,duygu ve dürtülerdir diye tanımlayabiliriz,hastalığa psikiyatride obsesif bozukluk adı verilir,kişi bunların normal olmadığını kabul eder fakat zihninden atamaz

Uzmanların söylediği;Aslında her takıntı bir hastalık değildir,bunları senelerce sürdüren insanlar vardır,eğer kişi günlük hayatında,iş hayatında ve sosyal çevresinde sıkıntılar yaşamaya başlıyorsa o zaman psikiyatrik tedavi gerekir.

Araştırmalara göre takıntı hastalığı olanların Ahlaki değerlere ve kanunlara bağlı insanlar olduğu ispatlanmış.Hatta antisosyal insanların beyinlerinin,takıntı hastalığı olanların beyinlerinden farklı bulgulara rastlanıldığı söylenmiş.
'Takmış kafaya,dinlemiyor beni,illa böyle olacak diye tutturmuş' diye serzenişte bulunan ve durumdan rahatsız olan erkek ve kadınları etrafımızda zaman zaman duymuşuzdur.
.
Geçen gün bir arkadaşım sohbet esnasında misafirlerinin geldiğini,arkadaşının otururken,arkasındaki tablonun,yamuk duruşuna taktığını,gözünün sürekli orada olduğunu anlattı.Ne kadar sıkıntılı öyle değil mi?Sürekli beyniniz orayla meşgul,belki arkadaşınızla muhabbetinize konsantre bile olamıyorsunuz.Bir başka arkadaşımda; girişte yollukların aynı hizada olması gerektiğini,her defasında düzeltmekten yorulduğunu.Bu yüzden eşi ve çocuklarına ikaz edip artık onlarında bozulan yollukları aynı hizaya getirdiğini söylerdi hep.Acaba eşi ve çocukları bu durumdan memnunlar mı?

Yıllar öncesi ilkokul çağlarında orta kattaki kiracımızın eşi (çok sevdiğimiz kiracılarımızdan birisiydi)Annem hala görüşür,eve ekmek aldığında ekmeği suyla silerek tüketirdi,benim o zaman çok ilgimi çeken bu hareketin takıntı olduğunu yıllar içinde anlayabilmiştim.
Rahmetli dedem çeşmenin başına dikilir saatlerce pantolonunu silerdi.o yıllarda sokaklarımızda çeşmelerden bol sular akar,içilirdi de.Her gün dışarı çıktığında bunu yapan dedem,oysa ne kadar temiz ve mis kokardı yanımızda,tertemiz pantolonunun,temiz olduğuna kanaat getirmesi için tekrar tekrar elleriyle baştan aşağı silmesi gerekiyordu sanırım.

Geçenlerde geminin gelmesi için bekleme salonuna geçip oturduğumda,yan koltuğa oturmak için bir bayan geldi elindeki peçeteyle koltuğu sildi,tekrar başka bir peçete çıkartıp tekrar sildi,artık temiz olduğuna kanaat getirdi ki koltuğa oturdu.Sanki onca insan pis koltuğa oturdu da,bir tek o temiz koltuğa oturdu.Sürekli bu hareketi her yerde yapmak çok sıkıntılı olsa gerek....Ne kadar çok fazla karşılaştığımız,hepimizin yaşadığı bu tür davranışlar,hayatımız da çok fazla yer etmekte,belkide çok sıkıntı çektiğimiz fakat çokta umursamadığımız davranışlar.

Zaman zaman benim de takıntılarım olmadı değil,fakat beni rahatsız edici olmaya başladıklarında bırakmaya çalışır daha az yapmaya gayret ederdim.Örneğin dışarı çıktığım zaman sular açık mı? ütü fişte mi? ocak açık mı? diye düşünür geri döner tekrar kontrol ederdim,şimdi evin içinde kontrol edip,baktım her şey yolunda tekrar bakmaya gerek yok diyorum ve geri dönüp tekrar bakmıyorum.

Bana göre kendisini ve karşısındaki kişiyi canından bezdiren takıntıları varsa bir insanın,tedavi edilmesi gerekir,insanın hayatını yorucu ve çekilmez kılması her halde kimsenin istemediği bir şeydir.Zihnimizin bize yaptığı oyunlar,uzmanlar bunun üzerine gitmemiz gerektiği ve yardım almamız gerektiğini söylüyorlar.Uzmana gitmeden,öncelikle insanın kendisi çözümlemesi,olmuyorsa yardım alması en iyisidir.Her zaman söylerim ve kabul edilmiş hep bilinen bir şeydir bu aslında,her şey beyinde bitiyor,kendi kendimize birçok  şeyi telkin yoluyla engelleyebiliriz.

Sevgili takipçilerim umarım sizlerin kendi hayatınızı ve çevrenizdekilerin hayatını bezdirecek bu tür takıntılarınız yoktur varsa biran önce kurtulmanızı temenni ederim,eğer  yoksa gerçekten çok şanslısınız demektir.☺
Takıntısız güzel günler dileğimle,hoşcakalın ❤



Deniz mi?Havuz mu?Tercih senin!!





Malum Deniz ve Havuz mevsimi açıldı,
yazın ortalarındayız,
havalar yeni yeni ısınmaya başladı,
artık herkes tatil yörelerinde,yazlıklarında tatilin tadını çıkarıyorlar.
Benim gibi hala tatile çıkmayanlar  sosyal medya hesaplarından,
kimlerin nereye gittiklerini seyretmekte yada tatilden gelen arkadaşlarının anlattıklarını dinlemekle yetinmektedir herhalde...

Geçen gün arkadaşlarla otururken kimimiz denizden,
kimimiz havuzdan hoşlandığını belirtti,aslında ne zamandır,
bende bunu yazılarımda işlemek istiyordum.
Bugün sabah,kahvaltımı yaparken,televizyonu açtığımda bu konu ile ilgili kulak,burun,
boğaz uzmanının konuşması  vardı,
açıkçası çok önemli olan fakat çokta önemsemediğimiz,
kulak ardı ettiğimiz,
benimde sizlerle paylaşmak isteyip de hep ertelediğim bu konunun çok önemli olduğunu fark ettim ve yazmak için bilgisayarımın başına oturdum...

Öncelikle sizin içinde Deniz mi?
Havuz mu ? Dediğimde cevabınız ne olurdu,
hoşlanma dereceniz neye göre olurdu? Hiç düşündünüz mü?
Ben son zamanlarda daha fazla düşünür oldum neden mi?
Çünkü çok fazla araştırıyorum ve çevremde yaşananları çok fazla duyar oldum.
Ben hep Denizlerin Havuzlardan daha temiz olduğunu düşünmüşümdür,
zaten mavi bayrak asılarak temiz olduğu ispatlanan Denizlerde gönül rahatlığıyla girebiliriz!

Peki neden Havuzlar tercih edilmemeli?
Klor veya başka kimyasallar katılarak insanların hizmetine sunulan Havuzlar ne kadar temiz ve güvenilir olunabilir ki?
Bu atılan kimyasallardan kulaklar da iltihap veya mantar oluşmakta,
ayrıca çok uzun süre havuzda kaldığımız da cildimizin koruyucu tabakasına zarar verebilmektedir.
Özellikle mantar enfeksiyonunu çok ciddiye almak gerekir,
Doktorunuz size bir süre havuzu yasaklayacak ve bir sürü ilaçlar verecek,tatiliniz burnunuzdan gelecektir!

Televizyonda Doktorun anlattığına göre;Denize girdiğimiz de burundan giren tuzlu su bizi kışın hasta etmemektedir!!
Ben bunu dinlediğimde pek hoşuma gitti açıkçası,kışın devamlı baş ağrısı,
burun tıkanıklığı sonucunda yaşam kalitem düşüyordu.
Doktor başınızı suya sokun,burnunuzu kapatmayın, tuzlu su burnunuza girsin,
çıksın,
Deniz suyu sinüslerinizi temizleyecektir dedi.
Bir küçük bilgi daha; 
Havuz suyu,
Deniz suyunun aksine Sinüziti tetikliyormuş!!

Bunca anlattıklarımdan sonra,
illaki yinede havuz diyenleriniz varsa çok fazla havuzun içinde kalmamaya özen gösterin derim.
Hala tatilde olup ta yazılarımı okuyanlar;
bol,
bol denize girip tuzlu sudan faydalansınlar.
Bende doktorun dediği gibi burnumu kapatmadan dalmayı düşünüyorum,
bakalım hep beraber kışın nasıl faydası olduğunu görelim ve İnşallah kısmet olursa bende buradan sizlere paylaşımı mı yapacağım...

Artık tercih sizin Deniz veya Havuz!!
Belkide hep düşündünüz,fakat boş verip Havuza girmeye devam ettiniz,
belkide hep Denizi tercih ediyorsunuz,ama ne olursa olsun zevkimize değil,
sağlığımıza faydası olanı düşünelim.
Bunu unutmayalım ki Sağlık önemli..
Doktorların uyarılarını da dikkate alalım..

Sağlıklı,iyi tatiller ☺


Her şeye rağmen hayat devam ediyor


Heybeliada 💕

'

Her gecenin mutlaka Sabahı vardır' demiş Atalarımız.Evet her üzüntüde ve sıkıntılarımızda elbet feraha ulaşılacaktır.Her insanın mutlaka hayatında çeşitli sebeplerle öyle veya böyle sıkıntılar üzüntüler olmuştur.Bazılarımız çabuk atlatır,bazılarımız da aylarca yıllarca etkisinden çıkamaz.Aslında bu insanların yapısıyla ilgilidir.Bazı bünyeler karşılaştıkları sorunlarla  çok çabuk baş edebilir.

Genç yaşında halamı kaybettiğimizde hepimiz çok üzülmüştük fakat dedem kızının bu acısını fazla kaldıramadı ve halamın ölümünün üzerinden 6 ay geçtikten sonra,rahatsızlanarak  hayata gözlerini yumdu,ikisine ve bütün ölenlere de Allah rahmet eylesin....

Bir kadın düşünün elli yaşında eşini kaybetmiş,otuzlu yaşlarda olan oğlunu kaybetmiş daha sonra yine otuzlu yaşlarda olan damadını kaybetmiş ve kırklı yaşlarda diğer damadını kaybetmiş ve en son olarak da on beş yaşında torununun acısını  görmüş...Bunca acı görmüş ve seksen yaşına gelmiş tanıdığım bu kadın,gerçekten takdir edilesi bir sabırla hayatını devam ettiriyor...
Diğer taraftan ekonomik sıkıntıya uğramış bir kişi hayattan elini ayağını çekip karalar bağlayıp herkesle irtibatını kesebiliyor yada başka biri sevgilisinden ayrılmış,yaşamayı boş görüp intiharı seçebiliyor..

Çok acılar görmüş sabır ve inançla hayata devam eden okurlarım varsa gerçekten sizlerin yaşantısı boş şeylere üzülüp,kendini kahreden insanlara birer örnek olmalıdır.Hepimiz hayatında mutlaka sevdiklerimizi kaybetmişizdirÇok üzücü olan bu durum,bazılarımıza daha ağır gelir,aşılması güç olur,ama ne olursa olsun hayat devam ediyor.Hayatta kalan diğer sevdiklerimiz için güçlü olmalı,hayata kaldığımız yerden devam etmeliyiz.

Bana göre,ölümden başka,keder ve üzüntülerin üzerinde çok durulmaması,fazla önemsenmemesi,hayattan keyif almayacak duruma getirilmemesi gerekir.Tabii bunu başarmak bazılarımıza güç gelebilir ama her zaman şunu düşünelim;çok büyük acılar çeken,yinede her şeye rağmen,hayata gülümseyerek bakabilen insanların varlığını ve bu insanların hayatta sağlam duruşlarını..

Bir arkadaşım derdi ki;üzüntülü bir olay yaşadığım zaman,hemen umutsuzluğa kapılmaz,elbette bunlarda geçecek,ben mutlu olacağım,her şey yoluna mutlaka girecek dediğimde,daha huzurlu oluyorum,daha çabuk atlatabiliyorum.

Gerçekten böyle olumlu düşünmeyi uzmanlarda tavsiye ediyorlar,kişinin böyle düşünmesi,beyninde yer ederek,geleceğe dair umut ve inanç gibi kavramların güçlenmesine olanak sağlamakta ve kişinin çabuk atlatmasına sebep olmaktadır.

Allah kimseye kaldıramayacağı yükler vermesin, her şey gönlünüzce olsun ☺💕






Doğanın intikamı

Sevgili takipçilerim 27 temmuz 2017 perşembe yaşadığımız fırtına sonrası biraz keyfim kaçtı açıkçası,uzmanların konuşmaları,etrafınız da duyduklarınız insanı ister istemez ümitsizliğe sevk ediyor.Daha önce afetlerle ilgili bir yazı yazmıştım,öyle görünüyor ki;çok sık rastlayacağımız bu olaylar ne yazık ki yazılarıma daha çok konu olacak.
O gün fırtına öncesi hava çok güneşli, aşırı bir yakıcılığı vardı,arkadaşlarla buluşup bize çok yakın olan çay bahçesinde oturup sohbet edelim,bir şeyler yiyelim diye anlaştık,hatta o kadar sıcaktı ki şemsiye altları bile kar etmiyordu.bir saat oldu olmadı hava birden hafiften esmeye başladı,güneş buluta girmiş yakmıyordu artık,hatta hava biraz serinleyince iyi oldu dedik,fakat batı tarafından bir karaltı oluşmaya başlayınca biz hemen kalktık.Arkadaşlar benim evin oraya park ettikleri arabalarına doğru yöneldiklerinde,eve girelim, biraz daha bekleyin,yağsın öyle gidersiniz dedim,zira hava çok daha kötüleşmeye başladı,biz eve girdik 10 dakika geçmeden yağmur başladı,her şey normal gözüküyordu fakat biranda fırtınayla beraber yağmur hızlandı,arkasından ceviz büyüklüğünde dolu yağmaya başladı,bunlar arka arkaya şiddetini artırarak devam ediyordu.arkadaşlarla camın önünde dikildik olan biteni korku ve dehşet içinde seyrediyorduk,sus pus olmuş bizi neyi beklediğini bilmez bir şekilde öylece bakıyorduk,karşıdaki ağaçlardan koca dallar yerlere sürüklendi,direkler yıkıldı yıkılacak,seller aşağıya doğru çoğalarak akıyordu,hiçbirimiz bu şiddette olacağını tahmin bile etmemiştik.
Hiç bitmeyecek ve daha da şiddetini artıracak endişesiyle Allah'ım bizi koru,bizlere yardım et diye arkadaşlarımın yanında yakarışta bulundum.sonra hafifleyerek durdu fakat ortalık perişan olmuş,dallar,yapraklar yerlerde,yukarılardan çamurlar akmış,sanki ölü şehir :(
Daha sonra öğrendim ki oturduğumuz bahçede ağaç yıkılmış,şemsiyeler,sandalyeler havada uçuşmuş,üst katın kocaman camı boydan boya çatlamış...
Çok şükür ucuz atlatıldı,maddi hasar olsa da,ölen olmaması büyük tesellimiz.Yaşamak lazım,anlatılmaz denir ya işte bu yaşadığımız olayda öyle,yaşamak lazım anlatılmaz..Kabus dolu dakikalardı. Allah kimseye yaşatmasın...
Lütfen Doğayı kendi ellerimizle katletmeyelim,gelecek nesil için,insanlık için,kendimize düşen ne ise onu yapalım.Dünyanın sonu,maalesef İnsanoğlunun kendi elleriyle yaptıklarıyla olacak,umarım bunlar bize birer ders niteliği olur,silkinip kendimize gelmemiz için....Sevgiyle kalın

Ayrı hikaye,aynı hüzün 2 (Yaşanmış Hikaye)





Ayşe öğretmen'in komşuları da bu durumdan rahatsız oluyorlardı,.İki de erkek çocuğu olmuştu.Bir kaç defa çocuklarını alarak annesinin evine gitmiş fakat kocası yüzüne gülerek her defasın da onu eve gelmeye ikna etmişti.Kocası hem düzelmiyor hem de boşanmaya razı olmuyordu.

Günlerden pazar, herkesin uykuda olduğu bir sonbahar gecesi kocası yine sarhoş,her zaman yaptığı gibi Ayşe'yi kapı dışarı attı.Ayşe bir süre bekledikten sonra yavaşça içeri girdi.Kocasının sızıp kaldığını fark etti.Daha sonra çocuklarının odasına gidip bir süre onlara baktı ve şuursuzca mutfağa koşarak bıçağı aldığı gibi kocasının odasına girerek onu bıçaklamaya başladı...
Kocası o an ölmüştü,sabaha kadar başında öylece kalakaldı.Gazetelere haber olan Ayşe öğretmen hiç bunları yaşamak ister miydi ? Yaşayacağını bilse bu adamla evlenmek ister miydi?



İki farklı hikaye,iki acı son  hepimizin hayatında rastladığı,duyduğu türden,benim hayatım da etkilendiğim hikayelerden  ikisi.Tabi ki etkilendiğim güzel hikayeler,başarı hikayeleri de var....
İnsanlar mutlu olmak için  birtakım hayaller kurarak evlenirler ancak karşılarına hiç beklemedikleri kişilikler çıkar ve onlara acı bir hayat sunulur..

Dayak toplumumuz da irdelenmesi gereken önemli bir konu...Dayak atan bu tür erkeklerin,ruhsal bozukluk içinde olduklarını,çocukluklarına kadar inilmesi ve tedavi olmaları gerektiğini düşünüyorum...
Evliliklerde ufak tefek anlaşmazlıklar,çok sürmeyen kavgalar olağan görülmeli..
Tanıdığım çok iyi evlilikleri olan yaşlı bir çiftin tartışmaları hiç bitmezdi.Biri  ak derse biri kara derdi. :) Bazen de birbirlerine küserlerdi ama daha sonra hiç bir şey olmamış gibi sevgi ve saygı içinde,el ele bir hayat...

Mutluluk;herkesin istediği,yaşanması gereken,her insanın hak ettiği bir olgudur.Fakat birilerinin bunu size sunması yada sizden çalması...İşte hayatta bazılarımız bu MUTLULUK duygusunu hiç yakalayamamış,bazılarımız da kıyısından köşesinden biraz yakalamış,bazılarımız da hep mutlu olan şanslılarımız... 

Size bir MUTLULUK enerjisi gönderiyorum,hep MUTLU yaşayan şanslılardan olmanız dileği ile...❤❤



Ayrı hikaye aynı hüzün 1 (Yaşanmış Hikaye)


Yıl 1958.. Sevda narin,ince yapılı,beyaz tenli,çok güzel bir kızdı,17 yaşına girmişti.İsteyenleri o kadar çoktu ki kafası karışmıştı,bu durum hoşuna da gitmiyor değildi.Babası en sonunda kızını çok yakışıklı olmasa da işi olan,boyu posu yerinde Yusuf'a vermeye karar verdi.Sevda ilk defa istemeye geldiklerinde gördüğü Yusuf'a içi ısındı,kocası olacağı fikri onu heyecanlandırmıştı.

Güzel bir düğünü oldu,Sevda çok mutluydu..Evlerine yerleştiler,Yusuf işe başladı,Sevda da gün boyu evde akşama kadar ev işleriyle uğraşarak,yemekler yaparak oyalanıyordu.Evliliklerinin üzerinden birkaç ay geçmişti.Yusuf Sevda'ya kötü davranmaya başladı.Her yaptığına kızıyor,bağırmaya başlıyordu.İlk tokadını yemeğin tuzunu atmayı unuttuğu için yemişti.Neden bunu yapmıştı anlam veremedi.Artık her yaptığı hata oluyor,arkasından dayak yiyordu.Oysa Sevda ne umutlarla evlendiği bu adamdan hiç bunları yapacağını düşünmemişti.Düşünse evlenir miydi?

Sevda eşinin bir gün düzelmesini beklediği halde evlilikleri  böyle devam etti.İki çok güzel kızları oldu.Bir gün kocasının köyüne gittiler,hava yağmurlu serindi,akşam saatleri  kocası yine Sevda'ya hiç bir şey yokken bağırdı,çağırdı,çok zoruna gitmişti.Sevda kapının önüne çıktı,gökyüzüne baktı,yağmur yüzüne çarparak yere düşüyordu,biran durakladı sonra ani bir kararla kapının yanındaki kaldırıma oturdu.Eşi gelsin,onu oradan içeri alıp özür dilesin,sıcacık yatağına götürsün diye bekledi.ama ne gelen oldu ne giden öylece uyuyup kaldı.Sabah gün ışırken,yağmurda durmuştu,uyuduğu yerden kalktı titreyerek içeri girdi...
Sevda o geceden sonra çok kötü hasta oldu,artık hep hastaydı...Eklem romatizması olmuş kalbe vurmuştu..Bu arada kızının gözü önünde yaşadıklarına dayanamayan ailesi boşanma davası açtı..
Sevda dava sürerken rahatsızlandı,1979 yazında hastane de hayata gözlerini yumdu....




Yıl 1979 Ayşe okulunu yeni bitirmiş,pırıl pırıl bir öğretmen olmuştu ilk tayin yeri'ne atandığında çok sevinmiş,çok heyecanlanmıştı.Gittiği yer ufak bir şehir olmasına rağmen çabuk alıştı.Mesleğini ve öğrencilerini çok seviyordu.Güzel bir çevresi de olmuştu.Bir gün Ahmet adında bir gençle tanıştırdılar onu.O da buraya yeni tayin olup gelmişti.Aylar geçtikçe Ahmet ile çok iyi anlaştığını ve ona aşık olduğunu fark etti.Ahmet de aynı duygular içerisindeydi.Birlikte evlenmeye karar verdiler.
Çok güzel düğünleri oldu,Ayşe çok mutluydu fakat Ahmet zamanla Alkolik olmuştu üstelik içtiği zamanlar Ayşeyi çok feci dövüyor,hakaretler,küfürler savuruyordu.....Devamı bölüm 2'de



Kurban Bayramı, Kurban ve Kur'an

Toplumumuzun yüzde doksan dokuzu Müslüman diye biliyoruz. Ancak ülkemizdeki Müslümanların, İslam'ın temel kavramları hakkında doğru ve d...